Çoklu Evren Teorisi : Schrödinger’in Kedisi

Schrödinger’in Kedisi, büyük fizikçi Erwin Schrödinger tarafından geliÅŸtirilmiÅŸ meÅŸhur bir düşünce deneyidir. Schrödinger, bu düşünce deneyini Kopenhag Yorumu olarak bilinen ve modern fizikçilerin çoÄŸu tarafından kabul edilip kullanılan bir kuantum mekaniÄŸi yorumuna tepki olarak geliÅŸtirmiÅŸtir.

Kuantum MekaniÄŸi’nin Kopenhag Yorumu

Kopenhag Yorumu’na göre Evren’deki tüm temel parçacıklar, bir dalga fonksiyonu tarafından tanımlanan olasılıklar çerçevesinde belli bir hız ve konuma sahiptir. Yani atom etrafındaki bir elektron, aslında belirli bir noktada deÄŸildir; belirli bir olasılıkla belirli bir noktada ve hızda bulunur. Ancak biz, bunu kesin olarak bilemeyiz. Ta ki gözlem (ölçüm) yapana kadar. Heisenberg’in Belirsizlik Kuramı çerçevesinde, gözlem yapsak bile hız ve konumu aynı anda tespit edemeyiz; ancak en azından bir tanesini ölçmemiz mümkündür. Ancak nasıl olur da belirli olasılıklar çerçevesinde herhangi bir konumda ve hızda bulunabilecek olan bir elektron, gözlem yapıldığı anda belirli bir konuma veya hıza sahip olur? EÄŸer ki gözlem öncesinde bu elektronun pozisyonu ve hızı belirsiz ise, gözlem sonrasında bu pozisyon veya hızdan en azından 1 tanesi nasıl belirli hale geçer?

İşte Kopenhag Yorumu çerçevesinde bu sorun, şu şekilde izah edilir: Gözlem yapma olayı, elektronun bulunabileceği tüm olasılıkları bünyesinde barındıran dalga fonksiyonunun, o gözlemin yapıldığı anda, o olasılıklardan 1 tanesine çökmesine neden olur. Yani çok sayıda olasılıktan sadece 1 tanesi gerçek olur. Buna dalga fonksiyonunun (tek bir olasılığa) çökmesi denir.

SaÄŸduyumuza oldukça aykırı olan ve gözlemler sonucu fiziksel olayların etkilenmesi fikrini temel alan bu yorum, Schrödinger’e gerçekçi gelmemiÅŸtir. Bu yorumun absürtlüğünü, o meÅŸhur düşünce deneyiyle göstermeye çalışmıştır.

Schrödinger’in Kedisi: Bir Düşünce Deneyi

Schrödinger, 1935 yılında şöyle yazıyor:

(…) Oldukça saçma durumlar yaratmak bile mümkündür! Metal bir oda içine hapsedilmiÅŸ bir kedi düşünün. Odada bir de ÅŸu cihaz bulunsun (kedinin bu cihaza müdahale edemeyeceÄŸini varsayalım): bir Geiger Sayacı, bir miktar radyoaktif madde, bir çekiç ve [ölümcül bir zehir olan] hidrosiyanik asit barındıran bir kap. Ancak radyoaktif madde miktarı o kadar az olsun ki, sonraki 1 saat içinde bozunma ve bozunmama olasılığı hemen hemen eÅŸit deÄŸerlerde olsun. EÄŸer atom bozunursa Geiger Sayacı tetiklensin ve bir çekici aktive ederek oda içinde bulunan hidrosiyanik asit ÅŸiÅŸesini kırsın. Bu durumda atom bozunmayacak olursa 1 saat sonunda [odanın kapısını açıp baktığınızda] kedinin hayatta olduÄŸunu görebilirsiniz. Bu sistemin dalga (psi) fonksiyonu, ifademi mazur görün ama, kedinin hem hayatta hem de ölü olduÄŸunu gösterirdi. Kedi, her iki durumda da, eÅŸit miktarda bulunurdu.

Bu düşünce deneyinde sözü edilen dalga fonksiyonu, söz konusu sistemin bütün olası durumlarını bünyesinde barındıran olasılık fonksiyonudur. EÄŸer iÅŸ burada bırakılsa belki de ÅŸaşırtıcı olmazdı: “Ne var ki bunda? Her türlü olasılığı tanımlayan bir matematiksel denklem bu sonuçta.” diyebilirdiniz. Ancak Kopenhag Yorumu’na göre bu durumlar bağımsız olasılıklar deÄŸildir. Her iki durum da, yani kedinin ölü olma hâli de, canlı olma hâli de, aynı anda geçerlidir ve gerçektir. Ancak siz hangi durumun gerçek olduÄŸunu bilmek istiyorsanız bir gözlem yapmak zorundasınız. Kapıyı açıp baktığınız anda, iki durumdan biri gerçek olacaktır. Ancak kapıyı açmanızdan önce iki durum da, aynı anda gerçekti. Peki bu iki olasılıklı durumdan, tek olasılıklı duruma nasıl geçtik? Ä°ÅŸte bunu Kopenhag Yorumu, “dalga fonksiyonunun gözleme baÄŸlı olarak çökmesi” ile açıklamaktadır. Gözlem yapıldığı anda, dalga fonksiyonu iki olasılıktan birine çöker; yani onu gerçek kılar. Böylece gerçek sonucu öğrenmiÅŸ oluruz. Yani gözlem, deney sonucunu doÄŸrudan etkilemiÅŸ ve belirlemiÅŸtir. Ãœstelik dalga fonksiyonundaki bu çökme, tamamen stokastiktir; yani rastgeledir! Yani olasılık dağılımını tespit etmek mümkün olsa da fonksiyonun hangi olasılığa çökeceÄŸini önceden bilmenin herhangi bir yolu yoktur.

Bu anlatımda kedi, kuantum mekaniÄŸi çerçevesindeki bir unsuru, örneÄŸin bir parçacığı temsil eder. Kutuyu açan kiÅŸi ise gözlemci olarak bilinir. Kopenhag Yorumu’na göre gözlemciler, Evren içindeki “özel” unsurlardır. Hatta bu nedenle Kuantum FiziÄŸi’nin bu yorumuna oldukça “mistik” anlamlar yükleyenler olmuÅŸtur. Çünkü eÄŸer ki Evren de kuantum mekaniksel bir sistemse bunun dalga fonksiyonunun çökmesine neden olan bir “gözlem” ve bu gözlemi yapan bir “gözlemci” bulunmalıdır. Bundan yola çıkarak fizik ile mitoloji birleÅŸtirilmeye çalışılmış, bazı dinî görüşler bu çerçevede geliÅŸtirilmiÅŸtir.

Kopenhag Yorumu’nun bir diÄŸer etkisi ise, gözlem yapma kapasitesine sahip olan biz insanların zihninin “özel” bir yapıya sahip olduÄŸu düşüncesinin geliÅŸtirilmesi olmuÅŸtur. Her ne kadar birçok kuantum fizikçisi, gözlemin illa bilinç ile alakalı olmadığını iddia etse de “gözlem” konusuna bu kadar büyük bir önem verilmesi, ister istemez akıl, bilinç ve zekanın kuantum fiziÄŸinin öncüllerinden olduÄŸu fikrinin doÄŸmasına neden olmuÅŸtur. Halbuki Evren’in evrimine yönelik klasik görüşümüz, fiziÄŸin kimya ile biyolojinin temelinde olduÄŸu yönündedir; dolayısıyla biyolojik bir yapının son derece temel fiziksel süreçlere hükmetmesi, hatta onlara öncül olması oldukça beklenmedik bir iddiadır.

Fizikçiler bu anlatımı sırf fantezi olsun diye yapmamaktadırlar. Bu yorum, deneysel araÅŸtırmalardan elde edilen verilerin gösterdiÄŸi gerçek sonuçların deÄŸerlendirilmesi ihtiyacından doÄŸmuÅŸtur. Kedi ile düşündüğünüzde anlaması zor olabilecektir; ancak bir elektronun davranışı açısından düşünecek olduÄŸunuzda daha rahat anlayabilirsiniz: ÖrneÄŸin elektronun “spin” (dönme) özelliÄŸinin, gözlemden önce belirli olasılıklarla iki yönden (saat yönü veya saat yönünün tersine) her ikisine de belli bir olasılıkla sahipken, gözlem yaptığınız anda bu iki olasılıktan birine dönüşmesi olgusunun açıklanabilmesi gerekmektedir. Ä°ÅŸte Kopenhag Yorumu, bu ihtiyacın doÄŸrudan bir sonucudur. Ama bu yorum, var olan açıklamalardan sadece birisidir. En meÅŸhur olmasından ötürü, halk arasında da daha çok bilinmektedir.

Bu bilgiler ışığında, Kopenhag Yorumu’nun Evren’i iki büyük kategoriye böldüğünü söyleyebiliriz: Klasik Fizik ile açıklanabilir Evren ve Kuantum FiziÄŸi ile açıklanabilir Evren… Kopenhag Yorumu’na göre bu iki fizik türünden hangisini, ne zaman kullanacağınızı bilmeniz ve ona uygun hesaplamalar yapmanız gerekmektedir. Bu da, “çok küçük cisimlerin fiziÄŸi” ile “büyük cisimlerin fiziÄŸi” tarzında bir ayrımın oluÅŸmasına neden olmuÅŸtur. FiziÄŸin modern anlatımında da bu tarz ifadelere sıklıkla baÅŸvurulur. Yani bir yerde, hangi fiziÄŸi nerede uygulayacağımız, incelediÄŸimiz fiziksel yapının ne kadar büyük olduÄŸuna baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸmektedir. Farklı boyuttaki cisimler için farklı fizik yasaları iÅŸliyor veya farklı fizik yasalarının etkisi ön plana çıkıyor gibi gözükmektedir.

Schrödinger’in Kedisini Öldürmek…

Ä°ÅŸte Hugh Everett, bu sorunu çözmek için Kopenhag Yorumu’na karşı gelmiÅŸtir. Everett, Evren’in bu ÅŸekilde kesintili olamayacağını, çok daha temel ve bütüncül bir yaklaşım sunan Kuantum FiziÄŸi’nin Evren’deki bütün süreçleri açıklamak için kullanılabileceÄŸini ileri sürmüştür. Bu yorumun temelini ie Çoklu Evren Teorisi adını verdiÄŸi bir teori üzerine inÅŸa etmiÅŸtir.

Bunun detaylarına az sonra bakacağız; ancak bu ÅŸekilde sıradışı bir iddiada bulunmanın kimi zaman ne tür felaketlerle sonuçlanabileceÄŸinden de bahsetmeden geçmeyelim: Everett’in bu açıklaması, fazlasıyla Kopenhag Yorumu’na dayalı bir ÅŸekilde iÅŸleyen fizik camiasında alayla karşılanmış, öyle ki Everett doktora tezini bitirdikten kısa bir süre sonra fiziÄŸi bırakmak zorunda kalmıştır.

Ama Everett haklı olabilir mi? Kuantum Fiziği, gerçekten de Çoklu Evren Yorumu ile açıklanabilir mi?

Çoklu Evren Yorumu ve Paralel Evren Teorisi

Öncelikle ÅŸunu anlamak gerekiyor: Çoklu Evren Teorisi ile Paralel Evren Teorisi tam olarak aynı ÅŸey deÄŸildir. Çoklu Evren Teorisi, Kuantum FiziÄŸi’nin çalışma prensiplerine yönelik bir yorumdur; Kopenhag Yorumu’nun bir alternatifidir. Paralel Evren Teorisi ise, kozmolojik olarak birden fazla evren olabileceÄŸine dair görüştür. Paralel Evren Teorisi, Çoklu Evren Yorumu’nun bir sonucudur; hatta bu nedenle kimi zaman eÅŸ anlamlı olarak kullanılabilir. Ancak Paralel Evrenler dendiÄŸinde fiziksel olarak birbirinden ayrı ve etkileÅŸebilir evrenler hayal ediyorsanız, o zaman tam olarak Çoklu Evrenler Yorumu’nu düşünmüyorsunuz demektir; çünkü Çoklu Evrenler Yorumu’ndaki ayrı evrenler arasında “uyumsuzlaÅŸma” denen bir olay vardır ve buna baÄŸlı olarak evrenler ayrıştıktan sonra birbirleriyle etkileÅŸemezler.

Ayrıca Paralel Evren Teorisi’ne yönelik bazı yaklaşımlarda bu paralel evrenlerin baÅŸlangıcı, tıpkı bizim Evren’imiz gibi tam olarak bilinmemektedir. Buna baÄŸlı olarak farklı teoriler ile bu baÅŸlangıç desteklenmektedir. Kuantum FiziÄŸi’nin Çoklu Evrenler Yorumu’nda ise böyle bir baÅŸlangıçla ilgili bir problem bulunmamaktadır; çünkü fiziksel olarak Evren’imizin kozmolojik doÄŸasından ziyade, kuantum altyapısı ile ilgili bir yorumdur. Ama elbette bu kuantum altyapıdan, kozmolojik bir üstyapı doÄŸar. Ä°ÅŸte Çoklu Evrenler Yorumu ile Paralel Evren Teorisi arasındaki baÄŸlantı da, bu altyapı/üstyapı iliÅŸkisi gibidir.

Çoklu Evrenler Yorumu’nda Gözlemci Etkisi: UyumsuzlaÅŸma

Çoklu Evrenler Yorumu’nda (kısaca “ÇEY” veya “ÇE Yorumu” diyelim), gözlemci, özel bir konuma ve niteliÄŸe sahip deÄŸildir. Basitçe, Evren içindeki unsurlardan sadece birisidir. Dolayısıyla Schrödinger’in Kedisi deneyindeki gözlemci veya “gözlem yapma olayı”, herhangi bir özel etkiye sahip deÄŸildir. Tam tersine, ÇEY için kedi neyse, gözlemci de odur. Elbette, her kuantum sistemi yorumunda olduÄŸu gibi, ÇEY ile açıklanan sistemde de sistemin parçaları birbirleriyle etkileÅŸim halindedir. Bu kuantum düzeydeki etkileÅŸimin birbirine bağımlı olması durumuna dolanıklık adı verilir. Dolanık parçacıklar (ya da Schrödinger’in Deneyi açısından düşünecek olursak kedi ile gözlemci), birbirlerinin durumlarından etkilenirler. ÖrneÄŸin bir elektronun spini, dolanık olduÄŸu bir diÄŸer elektronun spinine baÄŸlıdır.

Dolayısıyla, Schrödinger’in Deneyi’nde gözlemcinin odaya girmesi, kedi ile gözlemci arasında bir dolanıklığın oluÅŸmasına neden olur. Çünkü artık sistemde bir de “gözlemci” vardır.

Peki bu durum, Kopenhag Yorumu’ndaki “fonksiyon çökmesi” olayını nasıl açıklar? Şöyle düşünün: Bir odaya girdiÄŸinizde, kedinizin aynı anda hem uyuyor (ya da ölü), hem uyanık (ya da diri) olduÄŸunu neden hiç hissetmiyorsunuz? Ayrıca gözlemci olarak siz de özel bir konumda deÄŸilsiniz. Dolayısıyla sizi gözleyen diÄŸer gözlemciler de, Kopenhag Yorumu çerçevesinde sizin dalga fonksiyonunuzun çökmesine neden oluyor olmalılar. Peki neden hiç böyle bir çökmeyi bizzat hissetmiyorsunuz? Ä°ÅŸte bu sorunun cevabı, uyumsuzlaÅŸma (Ä°ng: “decoherence”) denen bir olaydır. Ä°rdeleyelim:

ÇE Yorumu’nda kuantum sistemi sadece gözlemci ve kediden (ya da kuantum nesnelerden) oluÅŸmaz. Çevre de, bu sistemin bir parçasıdır. Dolayısıyla sizin odanızdaki kedinin durumu ile, bizim odamızdaki kedinin durumu birbirinden bağımsız deÄŸildir. Bunların her biri, büyük ve tekil bir durumdan ibarettir. Bu, Evren’in ta kendisinin tekil olduÄŸunu hissediyor olmamızla örtüşmektedir. Çünkü birbiriyle fiziksel olarak etkileÅŸime geçen her ÅŸey, birbirine kuantum düzeyinde dolanıklık ile baÄŸlıdır.

Ä°ÅŸte böyle bir perspektiften bakıldığında, az önce de söylediÄŸimiz gibi, gözlemci odaya girip de kediyi gözlediÄŸinde, bu gözlem, gözlemci ile kedinin birbirine “dolanıklaÅŸmasına” neden olur. Ama sadece bu da deÄŸil! Çevre de sistemin bir parçası olduÄŸu için; gözlemci ve kedi, çevre ile de dolanık hale geçer (veya çevre de gözlemci ve kedi ile dolanık hale geçer)! Bu, kelimenin tam anlamıyla anlık bir olaydır; yani siz bunu fark edemezsiniz bile. Çünkü fark etmek, sinirsel bir faaliyetin sonucudur. Kuantum bir olay olan dolanıklık ise, nörobiyolojik bir faaliyetten çok ama çok daha hızlı bir ÅŸekilde yaÅŸanabilir.

Bu durumda elimizde ne var? Bir yanda, kedinin ölü olduÄŸunu gözlediÄŸimiz durum var. DiÄŸer yanda ise kedinin canlı olduÄŸunu gözlediÄŸimiz durum var. Ancak bunlar birbirinden bağımsız gözlemler. Yani eÄŸer kedi ölüyse ölü, canlıysa canlı. Siz bunu gözlemlediÄŸinizde, artık o gerçekliÄŸin bir parçası haline geliyorsunuz. O gerçekle (örneÄŸin kedinin canlı olması durumuyla) dolanık hale geliyorsunuz. Dolayısıyla hem sizin için, hem de çevre (yani Evren’in geri kalanı için) o olay gerçek oluyor.

Bir diğer deyişle, kedi hem ölü hem de canlı değil! Ortada olan tek şey, sizin kedinin durumundan bihaber olmanız; yani henüz aranızda bir dolanıklık oluşmamış olması. Ancak siz kapıyı açıp da, hangi durumun gerçek olduğunu görürseniz görün, artık o durum ile dolanıksınız demektir. Fakat bu, dalga fonksiyonunun diğer olasılığının (yani örneğin siz kediyi canlı gördüyseniz, kedinin ölü olduğu durumun) yok olması anlamına gelmemektedir! İşte burası, kritik noktadır:

Siz kediyi canlı olarak gördüğünüz anda, içinde yaÅŸadığımız ve adına “evren” dediÄŸimiz fiziksel realite iki dala ayrılır. Bu iki dal, birbiriyle 90 derece açıyla ayrılmış vaziyettedir (birbirine ortogonaldir). Bu noktada artık olasılıklardan birisi (kedinin ölü olması), olasılıklardan diÄŸeriyle (kedinin canlı olmasıyla) etkileÅŸemez. Ä°ÅŸte buna neden olan sürece uyumsuzlaÅŸma adını veriyoruz. Yani çevrenin de kuantum sistemlerin bir parçası olarak alınması, Evren’in kendisinin her bir gözlemle birlikte yeni bir dala ayrılmasını mümkün kılmaktadır. Buna baÄŸlı olarak da biz, sanki diÄŸer olasılık hiç yaÅŸanmamış gibi (yani kediyi canlı gördüysek, kedinin öldüğü durum hiç var olmamış gibi) yaÅŸamımıza devam ederiz. Halbuki o gözlem anında yaratılan ama bizim farkında bile olmadığımız diÄŸer evrende kedi ölüdür! O evren de bizimkisi kadar gerçektir ve sizin, o evren içindeki karşılığınız ÅŸu anda muhtemelen ölü kedisi için aÄŸlamaktadır!

İşte bu her bir yeni etkileşimle (örneğin gözlemle) dallanıp budaklanan kuantum evrenler yaklaşımına Çoklu Evren Yorumu adı verilmektedir.

Çoklu Evrenler Yorumu’nun Etkileri

Bu yorum ÅŸu anda genel geçer olarak kabul edilen bir yorum deÄŸildir. Ancak bu yaklaşım, Kopenhag Yorumu’nda karşımıza çıkan birçok problemi tek başına çözmeyi baÅŸarmaktadır. Elbette, hakkında birçok eleÅŸtiri de bulunmaktadır. ÖrneÄŸin bazı fizikçiler, bu yorumun tanımladığı olguların belirsiz olduÄŸunu ileri sürmektedirler. Kimisi ise Kopenhag Yorumu’nu terk etmemiz için herhangi bir neden görmemektedirler; yani o yorumdaki sorunları “sorun” olarak görmemektedirler. Bazı diÄŸer fizikçiler ise, bazı diÄŸer yorumlar üzerinde çalışmalarını sürdürmektedirler.

Ancak ÇE Yorumu’nun en önemli unsurlarından birisi, Kopenhag Yorumu’ndan uzaklaÅŸmayı fazlasıyla kolay kılmasıdır. Çünkü bu söz konusu “olası evrenler”in hepsini bünyesinde barındıran hayali uzaya Hilbert Uzayı adını veriyoruz. Yani bu uzay içinde, Evren’in başından sonuna kadar oluÅŸabilecek bütün evrenler ve bütün olasılıklar vardır. Ä°ki yorum arasındaki geçiÅŸi kolaylaÅŸtıran unsur ÅŸudur: Kopenhag Yorumu’nda Hilbert Uzayı ne kadar geniÅŸse, ÇE Yorumu’nda da Hilbert Uzayı o kadar geniÅŸtir. Kopenhag Yorumu, gözlem sonucunda evrenlerden birinin “yok olduÄŸunu” iddia eder; iÅŸte “fonksiyon çökmesi” denen budur. ÇE Yorumu ise gözlemler sırasında yeni evrenlerin oluÅŸtuÄŸunu iddia eder. Ä°ÅŸte “uyumsuzlaÅŸma” budur.

Daha önemlisi, bu yorumu kullanarak, Görelilik Teorisi ile Kuantum Teorisi’ni birleÅŸtirmek mümkün olabilir! Bunu yapmak için, Evren’deki uzunluk kavramını uzay-zaman çerçevesindeki bir mesafe olarak deÄŸil de, kuantum bir uzay içindeki dolanıklık iliÅŸkileri ile tanımlamak gerekmektedir. Birbirine daha “yakın” dediÄŸimiz cisimler, birbiriyle “daha dolanık” olan cisimlerdir. Bunu yaparak matematiÄŸi gözden geçirdiÄŸimizde, kütleçekiminin, hatta Evren’in kendisinin bu “dolanıklık uzayı” içinden yaratılabileceÄŸini görmek mümkündür.

Bu, en nihayetinde Kuantum FiziÄŸi çerçevesinde yaptığımız gözlemlere yönelik bir yorumdur; dolayısıyla nihai cevap olarak almak mümkün deÄŸildir. Ancak ÇE Yorumu’nun avantajlarını ve fiziÄŸe katabileceÄŸi perspektifi anlamak, Evren’in sırlarını çözmeye bir adım daha yaklaÅŸmamızı mümkün kılabilir. En azından, alışılagelmiÅŸ Kopenhag Yorumu’nun sıkıntılarını görüp, buna alternatifler veya çözümler aramak gerekmektedir.