Taşların Felsefesi

Taşların Felsefesi

Günlük hayatta etrafımızda gördüğümüz pek çok taş vardır. Bunlar genellikle mimari yapılarda, yol inşasında ve araç-gereç yapımında kullanılmaktadır. Çoğu kişi, taşların, yerde kalması gereken değersiz ve kirli maddeler olduğunu düşünür. Bununla beraber, taşlar, milyonlarca yılı bulan çok uzun bir zaman diliminde, çeşitli jeolojik olaylar sonucunda oluşan ve estetik açıdan olduğu kadar felsefe açısından da değeri olan objelerdir.

Çin’de çok eski zamanlardan beri taşlara değer verilmiştir. Önceleri sadece aristokratların Bonzai ve bahçe düzenlemelerinde kullandığı taşlar, özellikle MS 618-907 yılları arasındaki Tang hanedanlığı esnasında halkın büyük bir kısmı tarafından estetik ve felsefi amaçlarla kullanılmıştır. Bu hanedanlığın son dönemlerinde taşlar, sanatçılar tarafından, ilham vermesini sağlamak için çalışma masalarında bir köşeye yerleştirilmiştir. Ayrıca, çay törenlerinde de çevre güzel taşlarla süslenmiştir.

Çinliler için, bir taşın estetik değerini belirleyen başlıca dört etken vardır; şekil, sertlik, renk ve materyal. Bir taş doğal haliyle ve tüm yönlerden güzel görünmelidir. Bir taşın mükemmel sayılabilmesi için taş hafif parlak, koyu renkli ve ne çok sert ne de çok yumuşak olmalıdır.

Günümüzde, Çin’de taşlar iki yolla değerlendirilmektedir. Bazıları görsel olarak, bazıları ise doğrudan kullanılır. Küçük taşlar genellikle elde tutularak ovulur. Bazı sanatçılar eserlerini yaratırken ellerinde sürekli olarak bir taş tutarlar. Bu taşın ovulmasının zihinde bir derin düşünme etkisi yaratmasının yanı sıra sanatsal bir ilham da sağladığı düşünülmektedir.

Taşlar görsel açıdan değerlendirildiğinde, bir ayaküstüne veya doğrudan masanın üzerine konur. Bu durumda, taşlar, ıslak veya kuru olarak kullanılabilirler.

Islak taşlar, su dolu bir kabın içerisine minyatür bir manzara oluşturacak şekilde yerleştirilirler. Yumuşak taşların üzerinde yosun da yetiştirilir fakat sert taşlarda buna olanak yoktur. Song hanedanı (MS 960-1279) şairlerinden Su Tung-po ilk minyatür peyzajları küçük, yumuşak taşlarla gerçekleştirmiş ayrıca üstlerinde yosun ve değişik bitkiler de yetiştirmiştir. Bu tip minyatür peyzaj çalışmalarında manzaranın daha gerçekçi olması için daha sonraları gemiler, kameriyeler ve küçük Buda figürleri de eklenmiştir.

Sert taşların üzerinde bitki yetişmemektedir, bu nedenle, genellikle dolu bir kap içerisine gruplar halinde konularak kayalık bir görüntü yaratılır. Suyun seviyesi hem taşların rengini koyulaştırmak için hem de buharlaşırken üstlerinde değişik izler oluşturması için taşların en üst seviyesine kadar olabilmektedir. Küçük taşlar kuru olarak değerlendirilmek istendiğinde genellikle ahşap bir ayaküstüne monte edilir. Kuru olarak kullanılan taşların tümü küçük değildir, büyük olanlar geniş alanlara konur veya geleneksel Çin evlerinde olduğu gibi odaları birbirinden ayırmak gibi işlevler görür.

Taşların bazılarının şekli insana, hayvanlara veya tanıdık objelere benzetilebilir fakat taşa bakan kişinin hayal gücüne göre değişik şekiller de görülebilir. Böylece, kişi bir tür meditasyona girerek taştaki görüntüde kozmosu algılayabilir veya doğu felsefesindeki aydınlanmaya ulaşmaya benzer bir zevki duyumsayabilir. Çinli heykeltıraş Yang Ying-feng’e göre, küçük bir taşın içinde algılanan imgeler, insana çok önemli bir deneyim sağlayabilir. Hsu Hsiake’ye göre ise taşlar evrenin iskeleti, su da kanıdır.

Taşların yukarıda anlatıldığı şekilde değerlendirilmesi Çin’de başlayarak hızla Japonya’ya yayılmıştır. Japonya’da çok önemli bir gelenek olduğu için bu sanatın Japonya’da ortaya çıktığı sanılmaktadır fakat son yıllarda özellikle Tayvan’da ve Çin’de bu sanat tekrar canlanmıştır.

Bu sanatı uygulamak isteyen kişi taşını, arazide arayarak, kendi bulmalıdır. Bunun için, en iyi yöntem, akarsu yatakları boyunca yürümektir. Akarsu geçtiği yerlerden topladığı taşları yatağı boyunca sürükler ve böylece çok değişik taşlar bir araya gelmiş olur. Bu sanatla uğraşan kişilere göre, insanın kendi taşını araması evrenle iletişim kurmasını sağlayan bir yoldur. Ülkemizde de pek çok mineral ve taş türüne rastlanmaktadır. Ayrıca, bu uğraş maddi bir külfet yaratmamaktadır. Doğayla iç içe olabilmek ve iç huzurumuzu sağlayabilmek için bu sanat çok uygun bir yoldur.