Türk Kahvesinin Serüveni

Kahvenin serüveni

Geçmişten Günümüze Kahve

Kahvenin Bilinen Tarihi M.S. 850 yıllarına kadar gider. Etiyopya’da Kaldi veya Halid adında bir keçi çobanı, güttüğü keçilerin bir çalının parlak kırmızı meyvelerini yedikten sonra asla yorulmadıklarını fark etti. Kendisi de bu meyveyi denemeye karar verdi ve yedikten sonra bir daha hiç yorgun ve sinirli olmayacak gibi hissetti. Bu Etiyopyalı sığırtmac, olanları babasına açıkladıktan sonra dedikodular hızla yayılmış ve sonunda kahve Etiyopya kültürünün bir parçası olup çıkmış.

Daha sonra yöredeki Sufi Dervişler bu meyveyi denemiş; ancak acı tadını beğenmediklerinden hepsini ateşe atmışlar. Kısa süre sonra lezzetli aromanın kokusunu alınca keşişler çok meraklanmışlar ve kavrulmuş meyvelerden bir içecek demlemişler. Ortaya çıkan içecek öylesine güzelmiş ki , bunu Tanrı’nın bir lütfu olarak görmüşler. Kahvenin buradan sonraki durağı ise Arabistan olmuş.

Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası’na yayıldı ve 300 yıl boyunca Habeşistan’da keşfedilen yöntem ile içilmeye devam edildi. Ancak Arap hekim Rhazes 10. Yüzyılda kahveden yazılı olarak ilk bahsettiğinde kahve muhtemelen yüzlerce yıldır üretilmekteydi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu. M.S. 1000 yıllarında Kahve’nin ilk olarak işlenip üretilmeye başlandığı yer ise Yemen oldu.

Kahvenin Türkiye’ye Gelişi

Osmanlı Türkleri Yemeni 1536´da işgal ettiğinde, işgalin hemen ardından, kahve çekirdeği Türk imparatorluğu için önemli bir ihracat malı oldu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1517’te) Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirmiştir.
Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Öyle ki sarayda ‘kahveci başı’ rütbeli çalışanlar bile vardı. Padişahın kahvesini pişirmekle görevli olan kahveci başı, sır tutmasını bilen bilge kişiler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı. Saraydan konaklara, ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu.

İlk Kahvehane

İstanbul’da ilk kahvehaneler ise 1555 yılında İstanbul’a Halep ve Şam’dan gelen kişilerce, Tahtakale’de açılmıştır. Burada özellikle okur yazar kesimden insanlar toplanıp kitap okur, satranç veya tavla oynarlardı. Davetler vererek arkadaş toplantıları düzenlemek pahalıyken, kahvelerde bir araya gelmek daha uygun bir seçenek haline gelmiş, haliyle kimi zaman kahvelerde oturacak boş yer dahi bulunamamıştır. Kahvelerin sayısı hızla artmıştır. 1630 yılında İstanbul’u adım adım dolaşan Evliya Çelebi şehirde 55 kahve olduğunu sayarken; II. Selim, III. Murat döneminde İstanbul’da 600’ü aşkın kahvehane vardır.

İstanbul’dan Avrupa’ya

İstanbul’a gelen Venedikli tacirler, çok sevdikleri bu içeceği Venedik’e taşıdı. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez 1615’te tanışmış oldu. Önceleri limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılan kahve, 1645’te açılan İtalya’nın ilk kahvehanesinde yerini aldı. Kısa zamanda sayıları hızla çoğalan bu kahvehaneler de; diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu.

Kahve Fransa´dan kısa bir süre sonra Viyana´ya ulaştı. Temmuz 1683´de Avrupa´yı işgal tehdidi altına alan Türk ordusu, başarısız Viyana´nın kuşatmasının ardından geri dönerlerken arkalarında, çadırlar, öküzler, develer ve benzeri şeyler ile Viyanalıların ‘Deve yemi olmalı’ diye düşündükleri garip görünümlü çekirdeklerle dolu büyük çuvallar bıraktılar. Develer için kullanamayacaklarından çuvalları yakmaya başladılar. Arap dünyasında yıllarca yaşayan Franz George Kolschitzky tanıdık kokuyu alınca müdahale etti ve “Yaktığınız şey kahve! Eğer kahvenin ne olduğunu bilmiyorsanız, bana verin. Onu kullanmanın iyi bir yolunu bulurum” dedi. Türk geleneklerini gözlemlediği için, kahveyi nasıl kavuracağını, öğüteceğini ve pişireceğini biliyordu. Kolschitzky kısa bir süre sonra, “Blue Bottle” adında ilk Viyana kafesini açtı. Türkler gibi, kahveyi tatlandırıyordu ama aynı zamanda kahvenin telvesini süzüyordu ve bir miktar süt ekliyordu.

Kahve Falı

Kahve falının kökeni, söylentiye göre yine saraya dayanır. İlk olarak haremlerde başlayan kahve falı kültürü, cariyelerin rahatça dedikodu yapabilmesi için ortaya çıkar. Cariyeler sarayda dile getirmediklerini kahve fincanını çevirdiklerinde birbirlerine rahat rahat anlatır. Daha sonradan yavaş yavaş bu konuşmalar kahve falına dönüşür

Peki ya Türk Kahvesi?

Türk kahvesi dünyanın en eski kahve pişirme yöntemiyle hazırlanır. Yüksek kaliteli kahve çekirdeklerinden harmanlanan ve titizlikle kavrulan Türk Kahvesi, çok ince öğütülür. Bir cezve yardımıyla su ve isteğe göre şeker ilave edilerek pişirilir. Küçük fincanlarla servis yapılır. İçilmeden önce telvesinin dibe çökmesi için kısa bir süre beklenir.
Diğer metotlara nazaran, Türk metodunda kahvenin kaynatılması özellikle tercih edilen bir şeydir. Elde edilen kaynama, çok hafif bir kaynamadır ve çoğunlukla ciddi bir ısı artışından ziyade ısınan su ile çok ince öğütülmüş kahvenin etkileşimidir. Hazırlanış ve sunuş biçimiyle dünya üzerindeki tüm kahvelerden farklıdır. Türk kültüründeki yeri sayesinde UNESCO “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi”ne bile girmiştir

Son olarak yazımızı bir atasözü ile bitiriyoruz.
‘Gönül ne kahve ister, ne kahvehane; gönül sohbet ister, kahve bahane.’