Kayseri ‘ den yeraltı mağarasına girip, Ürgüp’ten çıkmak

Ağırnas Mağaraları

Bu başlığı hiç garipsememek gerek, zira konu mağara ve yeraltı yapıları olunca hep aynı ifadeleri duymak mümkün. Tomarza’dan Ihlara Vadisine, Koramaz Vadisinden Derevenk Vadisine, Erkilet’ten hem de Erciyes altından Develi’ye geçmek duyduğumuz şeyler. Beraberinde yüzlerce efsane, kaybolma, zengin olma gibi hikâyeler hep rastlanılan olgular. Öncelikle şunu açıkça belirtelim ki bu denli büyük veya uzun yeraltı yapı ve tünellerinin varlığı bölgemizde mümkün gözükmemekte. Buna rağmen bunların konuşulmasının bir ve en önemli sebebi; çocuklukta duyulan bu anlatımların insanların oldukça etkisinde kalması olsa gerek. Ayrıca çocuklukta fiziksel kapasite, yürüme mesafesi, büyüklük algısı gibi etmenler bu tür yeraltı yapılarını algılamak içinde doğrudan etkili olmakta. Çocukken rahatça ayakta içinden geçilen bir tünelin yetişkin iken de aynı algıyı yaratmasını beklemek ve bunun ciddi etkisi altında olmak mümkün. Bir yeraltı yapısının keşfini çocukken yapmak, katlar arasında inip-çıkmak, hiç bulunmamak üzere saklanmak, saklambaç oynamak ve bir mağarada neredeyse bir gün geçirmek mümkün iken yine yıllar sonra “şurada bir mağara var bir gün dolaşsanız bitmez” ifadesini de beraberinde taşımaktadır.  

Literatürde mağara ve yeraltı yapılarıyla ilgili bilgileri kullanmak, koordinatlar çıkarmak ve bu bilgileri ziyaret edilecek bölgeye ait harita üzerine işaretleyerek araştırma ve ölçüm yapmak çalışmanın ilk basamağını oluşturur. Elbette gelen bir ihbar veya yöre halkının verdiği bilgilerin de dikkate alınması diğer basamağı oluşturur.

Nerede böyle bir çalışma yapılacak olsa yöre halkından en çok yardımcı olan kesim ise çobanlardır. Çobanların, ister çocuk ister yetişkin olsun bölgedeki bazen tüm mağaraların nerede olduğunu hatta büyüklüklerini, detaylarını tarif ettiğini hayret etmeden görmekteyiz. Zor hava şartlarında bu yapılara sığınmak için çoğunlukla mecbur kalmaları, mağara içine giren hayvanların daha derinliklere gitmeleri çobanları tecrübeli hale getirmektedir. Bu arada elbette avcıları da yabana atmamak gerek. Avcılardan da neredeyse bir “delik” gibi çok önemsiz ayrıntıları öğrenip yeni keşifler yapmanın mümkün olduğunu defalarca tecrübe etmek mümkün olmuştur.

Gelelim son gruba: Defineciler. Bu ülkede bu işin bir sektör olduğunu söylesek hiç de abartmamış oluruz. Efsaneler, hikâyeler, işaretler, haritalar, detektörden kazma küreğe cihazlar, medyumlar vb., bütün bu malzemeleri defalarca kullanan, ömrünün büyük bir kısmını bu işlere harcayan, emek-işgücü veren, devamlı bir hayalle yaşayan, bazen yaralanan, bazen kaza geçiren, bazen ölen maalesef sayısız insan yaşıyor ülkemizde. Defineciler bölgenin definecisi olabileceği gibi başka yerden, uzaklardan gelen defineciler de olabilir. İlginçtir ki defineciler nerede olurlarsa olsunlar birbirlerini hemen tanır ve hemen kaynaşırlar. Bir defineci size güvenmezse asla size bilgi vermez, hatta ve hatta sizinle konuşmaz. Mağara ölçümü için ne zaman bir bölgeye gidilse “defineci misiniz?” sorusu ekibe yöneltilen ilk sorulardan biridir. Tomarza’da kendi köyündeki yeraltı şehirlerini göstermek için yardımcı olan bir kişi ölçüm işi tamamlandıktan sonra ayrılırken günün sonunda: “Aslında bir yeraltı şehri daha vardı ama onu size göstermedim. Sizi şu dakikaya kadar defineci zannettim. Şimdi anladım ki defineci değilsiniz. İsterseniz yerini göstereyim.” dedi.

Definecilik konusunda aslında söylenecek çok şey olmasına karşın yeri gelmişken ilave olarak bir iki noktayı daha vurgulamakta fayda var. Maalesef ülkemizde iki şey çok fazla: İnsan ve tarihi-doğal-kültürel eser, miras. İlginçtir ki ikisinin de çok kıymeti yok ya da böyle bir algı var desek çok abartmış olmayız herhalde. Sıradan bir mağara ziyaretinde bulunanların da duvarlarda kendinden bir yazı bırakma, imza atma, boyama âdetinin kanıksandığı bir zamanda yaşadığımızı tecrübe ederek görmekteyiz. Hal böyleyken özellikle definecilerin kaçak kazılar yaparak yapılara, mimariye, tarihi eserlere, doğaya verdiği tahribatlar geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan cinsten. En basit bir örnekle, yekpare bir kaya bloğunun, mermerin, sütunun içinde bir şey olduğunu düşünüp, onu kırıp daha sonra da bir şey olmadığını görünce öylece bırakıp giden binlerce defineci var ülkemizde. Hâlbuki 21. yüzyılın teknolojisiyle bile bizlere fark ettirmeden bir mermer sütunu ikiye ayırıp içine bir şey koyup daha sonra parçaları yapıştırmanın mümkün olmadığını bilmekten uzak bir bakış açısıyla ve irrasyonel bir mantıkla karşı karşıyayız.         

Söylemeden geçemeyeceğim: hiç tanımadığım bazı defineciler araya tanıdıkları koyarak Türkiye’nin birçok şehrinde yeraltı şehirleri bildiklerini fakat giremediklerini, yardımcı olup-olamayacağımızı, olursak zengin de olacağımızı….Evet anlaşılan bu hikaye bu topraklarda hiç bitmeyecek.      

Yazan: Prof. Dr. Osman Özsoy – ÇEKÜL Vakfı Kayseri Temsilcisi

Fotoğraflar: Ali Ethem Keskin