Neden 11’den Fazla Boyut Yok?

Aslında teorik olarak 11’den fazla boyut inÅŸa etmek mümkün. ÖrneÄŸin Michio Kaku, belki 12. boyutta da tutarlı bir sistem inÅŸa edilebileceÄŸini söylüyor. Ancak bu noktadan sonra, örneÄŸin 13, 15, 20, 30 boyutlu sistemlerin matematiÄŸine baktığınızda, çok ilginç bir gerçekle karşılaşıyorsunuz: Teorik boyut stabilitesi bozuluyor. Yani bu üst boyutta var olan parçacıklar, matematiksel nedenlerle hızla çökerek yine 10, 11 veya 12 boyuta iniveriyor. Kaku şöyle anlatıyor:

12 boyutta yapılan işlemlerde tuhaf sonuçlar ortaya çıkıyor. Örneğin, eğer Evren 12 boyutlu ise, 2 farklı zaman kavramının olması gerektiği sonucuna varıyoruz. 13. boyutun matematiği ile bizzat uğraşmış biri olarak, matematiksel olarak uğraşması berbat bir boyut düzeyi olduğunu söyleyebilirim. Bu noktada Evren aşırı dengesiz hale geliyor. 12 boyut, sınır gibi gözüküyor; ancak 12 boyutta bile anormal sonuçlar elde ediyoruz.

Dolayısıyla daha fazla sayıda boyutu mümkün kılacak teorik altyapıya sahip deÄŸiliz. Belki bu, Evren’in gerçekten de 10-12 boyutu aÅŸamıyor olmasındandır. Belki de Evren’e yönelik anlayışımızda bilmediÄŸimiz, eksik bir parça vardır ve o parçayı bulursak daha üst boyutları da hesaplayabileceÄŸiz.

Ancak şu anda elde olan fizik ve matematik ile en fazla 11-12 boyuttan söz edilebileceğini söyleyebiliriz.

Kompaktifikasyon: Küçük, Sıkışmış, Yoğun Boyutlar!

Ancak nereye bakarsanız bakın, 3 boyutlu uzaydan ve ileri doÄŸru aktığını deneyimlediÄŸimiz 4. boyuttan daha fazla sayıda boyut göremiyoruz. Hatta deneyimleyemiyoruz da… Dolayısıyla yukarıdaki örnek iyi hoÅŸ olsa da, kendi Evren’imizde bu tarz bir deneyimi henüz tespit edemedik.

Ä°ÅŸte bu nedenle Oskar Klein isimli fizikçi, 1920’lerde bu boyutların kompakt (yani küçük, sıkışmış ve yoÄŸun) olması gerektiÄŸi fikrini ortaya atmıştır. Yani aşırı küçük üst boyutların varlığının tarihi yeni deÄŸildir ve sicim teorisyenleri tarafından geliÅŸtirilmemiÅŸtir. Fikrin kökenleri en az 1 asır geriye gitmektedir; ancak Sicim Teorisi alanında çalışan fizikçiler, bu fikri yaratıcı ÅŸekillerde kullanarak tutarlı bir Evren modeli inÅŸa etmeye çalışmaktadırlar.

Klein’ın söylediÄŸi ÅŸuydu: EÄŸer bu boyutlar, x-y-z boyutlarına göre çok ama çok ama çok küçük ise, o zaman etkilerini sadece o boyutlar kadar küçük cisimler (örneÄŸin atom altı parçacıklar) deneyimleyebilir; ancak bizler gibi mezo boyuttaki veya gezegenler gibi makro boyuttaki cisimler bu boyutları deneyimleyemeyecektir. Bu da, bir yandan parçacık fiziÄŸini kütleçekimine baÄŸlama ile ilgili sorunları çözerken, diÄŸer yandan bizlerin bu boyutları neden doÄŸrudan deneyimleyemediÄŸini izah edecektir. Michio Kaku bunu şöyle anlatıyor:

Bir duman hayal edin. Bu duman, odalar içinde yavaÅŸ yavaÅŸ yayılacaktır. Ama hiçbir zaman gerçek anlamıyla yok olmaz, 4. boyuta kaçarak kaybolmaz. Sadece öylesine fazla dağılır ki, biz onu artık göremeyiz. Ä°ÅŸte atomların da yok olmama nedeni, daha üst ve aşırı küçük olan boyutların kendi üzerlerine kıvrılarak, atomların bu boyutlara “sızmasını” engellemiÅŸ olmalarıdır.

Boyut Farkını ve Ek Boyutları Neden GöremediÄŸimizi Anlamak…

Bunu daha iyi anlamak için Düzlemler Ülkesi anlatımına dönelim. Bu defa iki boyutlu varlıkları değil de, bir boyutlu varlıkları hayal edin: Bu tek boyutlu, boncuk benzeri varlıklar, bir çizgi üzerinde yaşamaktadırlar. Bunu, bir ipe dizilmiş boncuklar gibi hayal edebilirsiniz.

Çizgi üzerinde yaşıyorsanız, sadece çizgi boyunca ileri geri hareket edebilirsiniz. Sağa sola veya yukarı aşağı hareket edemezsiniz. Dolayısıyla bütün yaşantınız, o çizgi boyunca ileri geri hareket etmekle geçer. Hatta öyle ki, hemen yanınızdaki boncukların ötesine geçemezsiniz, çünkü onların etrafından dolaşmanız imkansızdır.

Ancak bir ip, her ne kadar tek boyutlu bir çizgi gibi gözükse de, yeterince yakından bakacak olursanız aslında bir kalınlığı olduÄŸunu görürsünüz. ÖrneÄŸin ufacık karıncalar veya bakteriler gibi canlılar, bu ipi aslında bir çizgi olarak deÄŸil, bir silindir olarak deneyimlerler. Yani ipin yüzeyinde sadece ileri geri hareket etmekle kalmazlar, yukarı aÅŸağı da hareket edebilirler; ipin “etrafında” dolaÅŸabilirler. Bu ufak varlıklar, 2. bir boyut keÅŸfetmiÅŸlerdir ve onu deneyimleyebilirler. Hatta bunu kullanarak, boncuk dostlarının aksine, bu ikinci boyuttan faydalanarak birbirlerinin etrafından dolaÅŸabilirler. HapsolmuÅŸ deÄŸillerdir.

Ancak boncuklar, ipe hapsolmuştur. Öylesine büyüklerdir ki, ipin kalınlığından faydalanmaları imkansızdır. Bir diğer deyişle, söz konusu ikinci boyut, onların büyüklüğü yanında öylesine ufaktır ki, bundan faydalanmanın veya o boyutu deneyimlemenin hiçbir yolu bulunmayacaktır.

Ä°ÅŸte Sicim Teorisi’ndeki ek boyutlar da bu ÅŸekilde aşırı küçük, aşırı sıkışmış, yani kompakt olabilirler. Biz iri varlıklar, bu ek boyutlardan faydalanamıyoruz ve onları deneyimleyemiyoruz. Ancak atom altı parçacıklar kadar ufak varlıklar bu ek boyutları deneyimlemekle kalmaz, onlardan faydalanarak enerjilerini veya etkilerini diÄŸer cisimler üzerine uygulayabilirler.

Fazladan Boyutlar, Evren’in DNA’sı Olabilir!

Sözünü ettiÄŸimiz bu kompakt üst boyutların ne ÅŸekilde kendi üzerine kıvrıldıkları, ne yapıda oldukları ve bunlardan doÄŸan dinamikler, bizim Evren’imizin nasıl iÅŸlemesi gerektiÄŸini belirlemektedir. Bu, tıpkı biyolojideki canlıların nasıl iÅŸlemesi gerektiÄŸini belirleyen DNA gibi düşünülebilir.

Bu temel analoji, Çoklu Evrenler Kuramı ile birleÅŸtirildiÄŸinde sıra dışı olasılıklara kapı aralamaktadır. Çünkü eÄŸer ki evrenlerin de yapısını belirleyen DNA-benzeri kodlar varsa ve gerçekten de sonsuz denilebilecek düzeyde evren varsa, bunların birbirleriyle etkileÅŸimi ve söz konusu parametrelere dayalı var olma mücadelesi, hangi evrenlerin varlıklarını sürdürüp, hangilerinin var olamayarak yok olacağını belirliyor olabilir. Bu da, Evren’imizin neden ÅŸu anki özelliklerine sahip olacak biçimde var olduÄŸunu açıklamamızı saÄŸlayabilir. Leonard Susskind şöyle diyor:

Evren’in yapıtaşı olan boyutlar, Evren’imizin sabitlerinin ne olacağını belirler. ÖrneÄŸin kozmolojik sabitin bu ÅŸekilde belirlenmesi, Evren’in geri kalanında olacak her ÅŸeyi belirlemektedir. Sicim Teorisi’nin vazgeçilmez bir parçası olan bu ek boyutların katlanma biçimi, Evren’in nasıl davranacağını belirleyen genetik bir kod gibidir.

Bükümlü Boyutlar: Ek Boyutlar Kendi Üzerlerine Kıvrılıyor Olabilir!

Boyutları doÄŸrudan deneyimleyemiyor oluÅŸumuza yönelik bir diÄŸer açıklama da (daha doÄŸrusu kompaktifikasyon ile el ele giden bir diÄŸer açıklama ise), söz konusu boyutlar büyük olsalar bile, x-y-z boyutlarının aksine “sonsuza kadar”, “dümdüz” ilerlemektense, kendi üzerlerine kıvrılan yapıda (bir donut veya pretzel gibi) olabilecekleri yönünde. Bu nedenle x-y-z düzlemlerine ait süreÄŸen deneyimlerimizi bu üst boyutlarda aynı ÅŸekilde yaÅŸayamıyor olabiliriz.

Bu büyük boyutların bükümlü veya kıvrımlı olmalarının çok ilginç sonuçları vardır: ÖrneÄŸin Evren’in baÅŸka kısımlarında bu üst boyutların etkileri bizzat deneyimleniyor olabilir; ancak bizim bulunduÄŸumuz bölge, ÅŸans eseri sadece 3 uzay boyutunu deneyimleyebildiÄŸimiz bir kısım olabilir. BaÅŸka yerlerde 4, 5, 7 veya daha üst boyutlar da deneyimleniyor olabilir.

Bunun çok ilginç sonuçları var: ÖrneÄŸin kütle çekiminin uzay-zaman dokusu ile doÄŸrudan iliÅŸkili olduÄŸunu biliyoruz. Belki (bildiÄŸimiz veya bilmediÄŸimiz) baÅŸka kuvvetler ve parçacıklar da uzay-zaman ile kütleçekimi kadar iliÅŸkilidir. Ancak Lisa Randall’a göre, eÄŸer ki üst boyutlar varsa, bu boyuttaki tüm cisimler de kütleçekiminden etkilenmek zorundadır.Şöyle diyor:

Einstein’ın Genel Görelilik Teorisi bize, kütleçekiminin yapısal olarak uzay-zaman dokusu ile iç içe olduÄŸunu öğretti. Bu da, kütleçekimi etkileÅŸimlerinin üst bir boyuta ihtiyaç duymasına neden oluyor. Bunu anlamanın bir diÄŸer yolu ÅŸu: Kütleçekimi, Evren’deki enerji ile etkileÅŸime geçmektedir. Enerjiye sahip cisimler, kütleçekimi alanını yaratmaktadır. Kütle veya enerjiye sahip bir cisim, bu tarz bir alanda hareket ederken, kütleçekimini deneyimlemektedir. Dolayısıyla nerede olurlarsa olsunlar, ister bizim boyutumuzda olsunlar, ister üst boyutlarda olsunlar, bir cisim kütleçekiminden etkilenmek zorundadır.